27 Ağustos 2011 Cumartesi

Led Zeppelin


Led Zeppelin, müziğin öncü dörtlüsü, Ekim 1968′de İngiliz gitarist Jimmy Page (d. James Patrick Page, 9 Ocak 1944, Heston, Middlesex, İngiltere) tarafından, önceki grubu Yardbirds’ü dağılmasından sonra kuruldu. John Paul Jones (d. John Baldwin, 3 Haziran 1946, Sidcup, Kent, İngiltere; bas, klavye), tanınmış besteci ve müzisyen, çekirdek kardrodaki Chris Dreja’nın yerini aldı. Birlikteliğe Terry Reid’i de vokalist olarak katmak istiyorlardı, ama o alçakgönüllü bir tavırla Robert Plant’i (d. 20 Ağustos 1948, West Bromwich, West Midlands, İngiltere) tavsiye etti. O zamanlar Hobbstweedle’da olan Plant de sonradan, davula John Bonham‘ı çağırdı (d. 31 Mayıs 1948, Birmingham, İngiltere, ö. 25 Eylül 1980) asıl çağırılan B.J. Wilson’ın Procol Harum ile kalacağını söylemesinden sonra. “New Yardbirds” ismiyle bir süre idare ettikten sonra, Led Zeppelin ismini aldılar. Beklentileri ve becerilerini tartışırken acımasızca gelen “muhtemelen kurşun bir zeplin gibi dibi boylayacaksınız” sözü üzerine seçilmişti bu isim…
Atlantic Records ile masaya oturmanın verdiği heyecanla bir anda hiç beklenmedik bir atağa geçtiler. Amerikayı turladılar. İlk çalışmaları Led Zeppelin, “Good Times, Bad Times”, “Communication Breakdown”, “Dazed And Confused”, “How Many More Times?” ve “You Shook Me” gibi sıradışı çalışmaları da içeriyordu. Page’in dehası Plant’in davetkar sesiyle birleşiyordu.Led Zeppelin II fazla gecikmeden çıktı. Topluluk Amerika’da şimdiden en çok konuşulanlar arasındaydı. Bu son albümleri de yerlerini pekiştirdi. Tanıtım parçası “Whole Lotta Love”, -Willie Dixon ‘in “You Need Love” parçasının biraz değiştirilmişiydi- bir klasik oluvermişti. “Livin’ Lovin’ Maid” ve “Moby Dick”, Bonham’ın da katkılarıyla grubun ilk başlardaki repertuvarının büyük kozlarındandı. Ayrıca “Thank You” ile “What Is And What Should Never Be” Led Zeppelin III‘te daha çok karşımıza çıkacak olan bir tarzın habercisiydi. “That’s The Way”, “Tangerine”, “The Immigrant Song”, “Gallow’s Pole” Led Zeppelin’i düyanın önde gelen müzisyenleri arasına katmaya yetti, bununla da kalmadı.
Konserlerde Plant’in seksi pozları Adonisvari tavırları, Page’in efendi, uslu hareketleriyle tam bir zıtlık oluşturuyordu. Gitaristin ve solistin uyumu da bununla birleşince -belirtmek gerek ki sahneyi çok iyi paylaşıyorlardı- izleyenlere ayrı bir keyif veriyordu. Led Zeppelin IV, diğer isimleriyle “Dört Simge”, “Runes Albümü” ya da “ZOSO” (albümün adı kelimelerden oluşmuyordu, dört simge vardı, bu yüzden bu kadar çok ismi var), “Stairway To Heaven” parçasını içeriyordu… O şarkı ki hala ödüller kazanmaya devam ediyor. Led Zeppelin’in gerçekten tanındığı albüm olarak nitelendirilebilir. “Stairway To Heaven”, albümdeki diğer şarkıları geri plana itmişti, evet, ama “When The Levee Breaks”, “Black Dog”, “Rock ‘N’ Roll”, “The Battle Of Evermore” (sonuncusu Sandy Denny’nin katkılarıyla) geç de olsa ilgi toplamayı başardı.
ZOSO (bu isim en çok yakıştırılan olsa gerek) Mart ’96 itibariyle onaltı milyon adet satmıştı. Nedense bu albümü beğenenler, “Houses Of The Holy”gelince sustular. Eleştirmenler yine iyi notlar veriyorlardı ama tatmin olmamış gibiydiler. 1974′de tatil yapmayı tercih eden grup, 1975′de kendi plak şirketleri Swan Song’dan altıncı albümleri “Physical Graffiti”yi çıkardılar. Albüm double olarak çıkmış ve çıktığı gibi İngiltere ve Amerika’da bir numaraya yerleşti. Amerika turnesi bütün rekorları altüst etti. Ordan gelen parayla 1976′da “The Song Remains The Same” isimli bir konser filmi de yapıldı.
Böylece Led Zeppelin “Custard Pie” ve “Sick Again”de görülen sert müzik ile “Kashmir”deki deneysellik arasında kendi istediği gibi gelip gidebiliyordu, yaratma özgürlüğü kazandı. “Trampled Underfoot” ve “In My Time Of Dying”e gösterilen ilgi çok büyüktü. Blues müziğinde ilerleme anlamına geliyordu bu çalışmalar. Bunu sahne çalışmaları izledi, dünya turuna da çıkılacaktı ama Plant bir araba kazasında bir çok yerinden yaralanınca 1975 Ağustos’unda tur iptal edildi. Robert Plant’in bir yıllık dinlenme dönemi, 1976′da çıkan“Presence” ile sonlandı. Albüm, İngiltere ve Amerika listelerinde bir numaraya çıksa da eleştirmenlerin yorumları diğer albümlerdeki kadar heyecanlı değildi. İngiltere satışları sonucunda hayal kırıklığına uğramışlardı. On dakikalık “Achilles Last Stand” kayda değer bir çalışmaydı, diğer parçalar ise pek tanınmadı ve başarıyı yakalayamadı. Grup 1977 baharında tur için tekrar Amerika’ya döndü, ancak konserler başladıktan birkaç ay sonra tekrar yarıda kaldı Robert Plant’a da acı haber bu sıralarda geldi. Altı yaşındaki oğlu Karac, kaptığı bir virüs nedeniyle ölmüştü. Grubun dağılacağı yönündeki dedikodular arasında kalan konserler iptal edildi. Bir yıldan fazla bir süre hiç bir şey yapmadılar, ta ki 1978′in sonlarına doğru Abba’nın Stockholm’daki Polar stüdyosuna gidinceye dek. Öncekiler gibi değildi ama “In Through The Out Door” John Paul Jones’un önemli rol oynadığı güçlü bir koleksiyon oldu. İngiltere’nin Knebworth Festival’indeki iki konser topluluğun punk müziğe biraz daha yaklaşacağı bir Avrupa turnesinin ilk adımları oldular.
Bu turne de bir Amerika turnesi için yarıda kesilmişti ki 1980 Eylül’ünde hayranlarını şok edecek bir gelişme olmuştu, Bonham ölü bulunmuştu. Ölüm nedeni aşırı alkol idi. Bu inanılmaz haber topluluğun tarihindeki en önemli olaylardandı elbette. Topluluk dağıldı. 4 Aralık’ta Swan Song, yayınlanmamış şarkılardan seçerek oluşturduğu “Coda” isimli albümü 1982′de yayınladı. Aynı yıl Robert Plant ve John Paul Jones solo çalışmalarına başladı ve Robert Plant’in “Pictures at Heaven” albümü çıktı. 1985′de “Live Aid” konseri için bir araya geldiler, ancak Led Zeppelin tekrar birleşecek dedikoduları gerçek çıkmadı. Robert Page, 1990′da bütün albümleri dijital olarak elden geçirip “Led Zeppelin” adlı bir box set çıkarttı ve bu set hala en çok satan box set rekorunu elinde tutuyor. Jones daha sonraları “Mission” ile çalışarak başarılı bir yapımcı oldu, Plant ise solo geçmişinin üzerinde bir de “Pictures At Eleven” kayıtlarını ekledi. Page “Death Wish 2″yi çekti, Plant ile kısa bir süre için tekrar bir araya geldi. Honeydrippers çalışmasıyla 1984′te Paul Rogers ile yine kısa süreli “Firm” için çalıştı. Daha sonra Atlantic’in düzenlediği “25. Yıl Konseri”nde babasının bıraktığı davula oturacak oğul Jason Bonham ile “Jimmy Page Band”i kurdu.                                                               
                                                                                                                                                                 
   
Topluluğun “Remasters” ile gözler önine serilen yenilenmiş, eskisinden tamamen farklı ilgi alanlarına rağmen birarada kalmak için sarfedilen çaba büyüktü. Bir türlü “buraya kadarmış, herkes kendi yoluna” diyemiyorlardı. Yine de bu kolay olmayacaktı. 1994′de Page ve Plant, MTV Unplugged konseri için bir araya geldiler ve bu kayıt “No Quarter” adıyla yayınlandı. Yokluğuyla dikkat çeken John Paul Jones unutulmuş gibiydi… Bu birleşme 1998′de çıkan “Walking into Clarksdale” albümü ile devam etti, ancak albümün beklenenin çok altında satması, Page – Plant ortaklığının tekrar sonunu getirdi.
Led Zeppelin hakkındaki son havadislere gelirsek… “No Quarter”, Ocak sonunda 1 milyon barajını aşarak platin plak aldı, böylece Led Zeppelin’in tüm Amerika satışları 106 milyonu geçmiş oldu. Ocak ayında Led Zeppelin, Mart sonunda da Robert Plant “yaşam boyu başarı” Grammy ödülü aldılar. John Paul Jones, Haziran’da çıkacak yeni Foo Fighters albümünde bas çalacak, Robert Plant ise yeni Garbage albümüne konuk oldu. Kendi solo albümü “Mighty Rearranger” ise mayısta çıkacak.
Led Zeppelin haklı olarak rock tarhini en çok, en derinden etkileyen topluluklar arasında sayılıyor. Yaptıkları kayıtlar bir çok başarılı müzisyenin yol göstericisi oldu, olmaya da devam edecek gibi gözüküyor: “Şarkı İlk Günkü Gibi”…
                           







































Diskografi2000 Latter Days
1999 Early Days
1998 Star Profile
1997 BBC Sessions
1993 The Complete Studio Recordings
1992 Led Zeppelin Remasters
1990 Led Zeppelin
1982 Coda
1979 In Through The Out Door
1976 Presence, The Song Remains The Same
1975 Physical Graffiti
1973 Houses Of The Holy
1971 Led Zeppelin IV
1970 Immigrant Song, Led Zeppelin III
1969 Led Zeppelin II, Led Zeppelin

kaynak 
http://www.kakofoni.org/category/muzik-uzerine/page/5/

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Jason Becker



Bu adamlar henüz yeni tanıştım ,fakat şimdiden tüm zamanların en yetenekli gitaristidir diyebileceğim derecede olan bir müzik dehasıdır kendisi.Jason 6 yaşında gitara başladı,neyse burlar çok ,önemli değil zaten,bu adam 17 yaşında bir gitar virtüözüyüd ve 3 senelik müzik kariyeri boyunca inanılmaz bir etki bıraktı müzik dünyasında.eski Megadeth gitaristi marty fireadmanla birlikte neo-klasik metal tarzında cacophony grubu altında  o güne kadarki en aşırı ve inanılmaz müzik albümünü çıkartırlar(1987).Albümün adı Speed metal Symphony'dir,bir yanda jason ,diğer yanda marty inanılmaz sololar atarlar fakat grup dağılır nedense.Jasonsa solo kariyerine başlar böylelikle,ilk solo albümü perpetual burn'dür (1988)ve bir kez daha müzik dünyasını kendine hayran bırakır,bu albümde özellikle Jason'un sweep pickingleri çok dikkat çekicidir,albümde özellikle altitudes ve air parçaları dikkat çeker,Jason bu albümden sonra klasik müziğe olan merakı artar(her zaman meraklıdı o ayrı konu) paganine'ye merak salar ve onun eserleni cover'lar,kimse bu adam gibi paganini çalamaz ve yine herkesi kendisine hayran bırakır.ancak o lanet hastalık 1990 yılında Jason'u bulur,henüz 20 yaşındayken als'nin belirtileri giderek rahatsızlık vermeye başlamıştır.ancak bu adam yılmaz o haliyle bir albm daha çıkartır ve bana göre bir gitaristin çıkarabilceği en iyi albümdür perspective albümü bu albüm için jason şunları söyler                                                                                                                                                                                                .               primal: bu parçayı kendi evimde 8 kanallı mixerimde kaydettim. yorgun hissediyordum, parçayı çalarken kollarım titriyordu.
rain: yağmurlu bir günde arkadaşımın evinde kaydettim. bu parçayı yaparken ilk defa hastalığımı hissettim. sol baldırım uyuşuktu.
end of the beginning: sağ elimde hala biraz güç vardı. bazı bölümlerini çalabildim.
blue: bu parçayı yaparken bir otel odasındaydım. fakat sol bacağımdaki uyuşukluğun aynısı sol elimde vardı artık. topallamaya başladım.
life and death: parçanın adı düşüncelerimi anlatıyor.
serrana: cacophonyde çalıyorken oluşmuştu. bu parçayı kız arkadaşım için yapmadım, adı güzel olduğu için bu parçanın adını serrana koydum.
meet me in the morning: zayıflığım yüzünden kötü çalmak istemiyordum. sağ elim titriyor, sol elim yavaşlıyordu. parmağımla vibrato yapamıyordum, hep tremolo bar kullandım ve memnun oldum. kısıtlamalar bazen yaratıcılığı artırıyor. hızım ve kontrolüm tamamen gitmişti. 
                                                                                                                                                                                        bu albüm çok özeldir ,Rain duygulandırı,opus pocus büyüleyicidi, ve end of the beginnig isminde olan eser bana göre en ilgi çekici olan eserdir.bu eser bir senfonidir,bu adam als hastasıyken bir senfoni yazabilecek derecede bir müzik dehasıdır anlayın artık.son olarak Jimi Gitaristlerin ,Jason gitarların tanrısıydı demek istiyorum.eğer als hastalığına yakalanmasaydı dünya onu konuşuyor olacaktı , malmsteen'den çok daha iyi ve hzılı çalabilir ayrıca da.
ve onun hakkında söylenen sözlerle veda edeyim 

''jason, cacophony' de benim için çalması zor olan şeyleri çalan adamdı.'' marty friedman

"grubun solo gitaristi bendim ama atamadığım soloları jason atıyordu." marty friedman

marty friedman şöyle bir anısını anlatır: ''jason'la ilk tanıştığımız zamanlardı onun bir ev studyosu vardı ve ben şarkılarımı ona bırakmıştım ertesi gün geldiğimde jason tüm şarkıları hatasız çalabiliyor ve bir de bana şarkılar üzerinde tavsiyelerde bulunuyordu.''

bu adam çağımzın mozart'ıydı ,bach'ıydı diyebiliriz,o derece bir adamdır.kısa sürede tanımaynalar varsa tanımasını ve eserlerini dinlemesini öneririm ,ayrıcahttp://www.youtube.com/watch?v=KFWcv15KKyk&feature=related bu video da gözlerinizde sorun yaratabilir :))




                                                      hastalıktan önce
                                                         hastalıktan sonra

                                             -

Radiohead

RADIOHEAD, bir İngiliz grubu. Legal olan 6 albümleri var. Albüm isimleri sırası ile Pablo Honey, The Bends, Ok. Computer, Kid A,Amnesiac ve bi live albüm olan I might be Wrong adını taşıyor. Geçmişi çok eskiye dayanmasa bile Radiohead'i bence diğer band'lerden ayıran en büyük özelliği, müziklerindeki samimiyet. Hiçbir şekilde beğenilme kaygısı taşımadan, ticari olmaya pek uğraşmadan çabalıyorlar. Ancak tüm bu çaba onları dünyanın bir numaralı grubu haline getirmiş durumd. Aslında Ok. Computer'la beraber çok popüler olduklarını da söyleyebilirim -ki bu çok canımı sıkıyor. Sözde piyasa olmayan müzik yapan gruplar bile mainstream'in dışında bi yerlerde daha underground bir piyasanın gözbebeği oluyor. 

Müzikleri insanın ruhuna işliyor ve içinde binlerce duyguyu barındırıyorlar. "Exit Music" i dinlerken defalarca ölüp diriliyorsunuz. Orgazmın doruklarında dolaşıp, birdenbire dipsiz bir kuyuda düşerken buluyorsunuz kendinizi. Bazen de gökyüzüne çıkıp, yıldızları tutuyorsunuz. İlk 2 albüm daha rock sayılabilir. Gitar riffleri ve soloları, çığırtkan vokaller...Ancak Ok.Computer ile birlikte oldukça karanlık bir hava seziliyor. Bence yüzyılın albümü Ok. Computer'dir. Bu benim fikrim tabii. Ok.Computer'i kaç kez dinlediğimi hatırlamıyorum bile. Kid A ile farklı bir yöne savruldular e tabii ki bizleri de sürüklediler. Amnesiac ise -Kid A ile aynı zamanda kayıt edilmiş olmasının da etkisi vardır elbet- pek tat vermedi bana. Ben hep Ok. Computer tadında birşeyler bekledim belki. Radiohead, buralarda değil. Onların müziği dünyada yapılmıyor. Bu adamların nereye ait olduklarını bilmiyorum, kendimin de... Gerçek olan şu ki, bu dünyanın dışındalar ve benim en sevdiğim grup onlar. 

Radiohead kimlerden oluşur? Thom(as) Edward Yorke: Vocals, guitar, piano. 

Jonny Greenwood: Lead guitar, piano, organ, and other instruments. Ed O'Brien: Rhythm guitar, vocals Colin Greenwood: Bass Phil Selway: Drums. 

Ve RADIOHEAD hakkinda bir kac kücük makale ; 

Radiohead hakkında... 90’lı yıllara adını yazdıran birkaç başarılı alternatif gruplarından olan Radiohead, U2’nun ilk albümlerine yakın, arena-rock tarzı karakterde bir çizgiye sahip. Parçalarındaki içe dönük, kaygı dolu, hüzünlü tavrı ve uçuk hikayeli lirikleriyle epik kapsamı son derece geniş boyutta olan bir grup. Solist Tom Yorke’un hüzün dolu lirikleri ve kullanılan üç gitarın yarattığı atmosfer açısından My Bloody Valentine ve Pink Floyd, virtüözite açısından R.E.M. ve Pixies’e benzerlik taşıyor. Radiohead’in kendi özünü kazanması kolay olmadı. Oxford Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarından arkadaş olan gitarcı/solist Thom Yorke, gitarcı/solist Ed O’Brien, gitarcı Johnny Greenwood, basçı Colin Greenwood ve davulcu Phil Selway, Radiohead’i 1988 yılında kurdular. Müzik kariyerlerindeki ilk ciddi çalışmalarına 90’lı yıllarda piyasaya sürdükleri “Drill” kısa-çalarıyla başladılar. 1992 yılında piyasaya sürdükleri bu kısa-çalardan sonra EMI/Capital plak şirketiyle anlaştıktan sonra, R.E.M ve Nirvana esintili, gürültülü akortlu hit parçası ‘Creep’in single’ını piyasaya sürdüler. ‘Creep’son derece ılımlı ve başarılı bir çalışma olmuştu, bunu takip eden iki single çalışması, ‘Anyone Can Play Guitar’ ve ‘Pop is Dead’, bu başarıyı korumasına rağmen grup, İngiltere müzik piyasası tarafından pek fazla benimsenmedi. 1993 yılında piyasaya sürdüğü ilk albümü “Pablo Honey”, grup için sadece potansiyeli sorgulama niteliği taşıyordu. Bu sorgulama sürecine göre bu ilk çalışma son derece başarılıydı; Radiohead’in bu ilk albümünden çıkan ‘Creep’ parçası uluslararası bir başarı kazandı. İçe dönük, hüzünlü ifadeler içeren lirikler ve yarattığı melankolik atmosfer, bu parçayı alternatif-rock piyasasının değişilmez efsane parçaları arasına soktu.. Daha sonra “Pablo Honey” albümünün Avrupa turnesine çıkan Radiohead’in ‘Creep’i Amerika müzik piyasasının hit parçası oldu; modern-rock radyolarda ve MTV’de uzun süre çalındı. Bu parçasının üstün başarısından sonra Amerika turnesine çıkan grup, Belly ve Tears for Fears gibi grupların konserlerine ön grup olarak çıktı. ‘Creep’ Radiohead için iyi bir tanıtım ve başarı oldu. Buna rağmen pek çok müzik gözlemcisi, Radiohead’in tek parçalık bir grup olduğunu ve geleceğinin parlak olmadığını savundular Daha sonra prodüktör John Leckie ile stüdyoya giren Radiohead, 1995 yılının baharında piyasaya sürdüğü ikinci albümü “The Bends”de gösterdiği performansla bütün bu acımasız eleştirileri sildi attı. Müzik otoriteleri ve dinleyen kesim tarafından oldukça olumlu eleştiriler alan grup, büyük bir hayran kitlesi topladı. Eleştirilerden sınıfı geçen Radiohead, tek parçalık grup imajını sildi. Her ne kadar iyi eleştiriler alsa da, bu eleştiriler grubun albüm satışlarında pek etkili olmadı. Grup bu albümle derin, melankolik ve olgun karakterinin temellerini iyice oturttu. Bir önceki albüme nazaran son derece başarılı olan albüm İngiltere brit-pop ve Amerika müzik piyasasında yine pek kabul görmedi. Daha sonra bu albümün turnesine çıkan grup, hiç aralıksız konserlerine devam etti ve bayağı beğeni kazandı. Bu turneden sonra albümün başarılı parçaları ‘Street Spirit’ ve ‘Just’a çekilen klipler Radiohead için çok iyi bir reklam oldu. Bu reklamlar sayesinde başarılı grup Radiohead’in “Bends”i, iki yüzlü İngiltere müzik piyasası tarafından yılın en iyi albümü seçildi. Değeri anca farkedilen Radiohead 1996 yılında listelere aynı albümle girdi ve İngiltere, Amerika müzik listelerinde uzun süre üst sıralarda yerini aldı. 1996 yılının ortalarında yeni stüdyo çalışmaları yapan grup, 1997 yılının yazında, en iddialı ve başarılı albümlerinden biri olan “OK Computer”ı piyasaya sürdü. Melankolik, ruh-altı karakterini bu albümle pekiştiren Radiohead, ‘Paranoid Android’, ‘Karma Police’, ‘No Surprises’ gibi hit parçalarıyla başarısını devam ettirdi. Albümün ve grubun en başarılı parçalarından ‘Paranoid Android’e çekilen son derece başarılı ve özgün video-klip, gruba birçok ödül kazandırdı. 

***


Pablo Honey’de başarıya teğet geçmişler ama Anyone Can Play Guitar, Thinking About You ve tabii ki zamanla bir marş haline gelen Creep gibi basit ve güzel şarkılar ortaya çıkarabilmişlerdi. Bir sonraki albümleri Bends, gitar müziği olarak niteleyebileceğimiz tarzın doruk noktalarında gezinmişti. İlk dinleyişte her şarkı bir öncekinden daha iyi gibi geliyordu ve işte bu noktada dünya onların adını duymaya başladı. “E peki Creep’le duyurmadılar mı adlarını?” diye sormaya hakkınız var tabii, ama işin iç yüzü pek öyle değil. İşin doğrusu Creep ortaya çıkışından çok sonra ve inanır mısınız İsrail Ordu Radyosu tarafından keşfedilen bir şarkı. Evet evet durun o hikayeyi anlatalım : İngiltere bildiğiniz gibi günümüzde pop kültürün beşiği sayılmakta, bu nedenle hemen her yıl yüzlerce yeni grubun, single’ı, demosu ve albümü, birçok eseri yayınlanmakta. Peki bizim bütün bu gruplardan haberimiz var mı? Yok. İngilizlerin var mı? Büyük bir kısmının yok. Yani İngiltere müzik piyasası öyle bir durumdaki tabiri caizse talepten çok arz var, yağmurlu ve yeşil adalar grubunda. Pulp Fiction’un unutulmaz karakteri Jules Winsfield (Samuel Jackson) patronu Marcellus’un karısı Mia’nın (Uma Thurman) zamanında oynadığı şovu, ortağı Vincent Vega’ya (John Travolta) anlatırken şöyle der: “Televizyon dizilerinin televizyon dizileri olup olmayacağına karar verenler dizi yapımcılarından pilot programlar ister, bu pilot programlardan bazıları gerçek diziler haline gelir, bazılarıysa koca birer hiç olur.” “Eeeeee?” “İşte Mia’nın şovu koca birer hiç olanlardandı.” İngiltere’de müzik yapmak da biraz böyle bir iştir işte, yıllar içinde fark edilmeden giden bir ton grup vardır. Hatta bunların en bilineni ve ilk aklımıza geleni de “Despite Your-self” isimli süper bir albüm yayınlayıp koca bir hiç olan Headswim’dir. Neyse hikayemize dönelim, günlerden bir gün Radiohead’in ilk albümü Pablo Honey de yavaş yavaş koca bir hiç olma noktasına doğru giderken İsrail Ordu Radyosu’nda çalışan ve İngiliz Müziği’nin hastası olan bir Dj, Creep’i her programında çalmaya hatta abartıp arka arkaya çalmaya başlar. Şarkı o kadar beğenilir ki İsrail’de başlayan Radiohead sevgisi önce Amerika’ya, oradan da aktarmalı olarak İngiltere’ye yayılır. Belki de bu nedenle Radiohead hemen her turnesinde İsrail’e bir uğramaktadır. Tamam bu hikayeyi de anlattığımıza göre devam edebiliriz: Bends’den sonra iyice patlayan Radiohead, OK. Computer’la sadece listeleri değil popüler müziğin kendisini de sallamayı başarır. Albüm hemen her müzik dergisi tarafından yılın albümü, bu dergilerin çok büyük bir kısmı tarafından da (tarihin de müsait olması nedeniyle) Milenyum’un albümü seçilir. Thom Yorke ve ekibi almış yürümüş, Üsküdar’ı çoktan geçmiştir kısacası. İşin garibi Radiohead üyelerinin pek rock star olarak yaşayası da yoktur. Bu yüzden ekipçe depresyona girmekte pek sakınca görmezler ve biraz sessizleşirler. Hayranlarına çok uzun gelen 2 yıldan sonraysa “Kid A” çıkar piyasaya. Albüm iyidir güzeldir de, çoğu kimse söylemeye çekinse de biraz fazla elektronik, biraz az Radiohead’dir. Thom Yorke her röportajın da “Gitar müziğinden sıkılmıştık, bunu yaptık, bence güzel” minvalinde çıkışlar yapsa da “Kid A” ve onu takip eden “Amnesiac” grup elemanlarından Colin Greenwood’un da pek içine sinmemiştir aslında, kendisi bu durumu şu sözlerle ifade eder “Kid A’den sonra gitar müziğine döneriz sanmıştım, olmadı.” Kısacası durum biraz karışıktır, Thom Yorke “kendimi bulmalıyım, kendimi bulmalıyım ama neredeyim ben?” gibi garip bir tribe girmiş ve grup, Amnesiac’la birçoklarının içini baymıştır. Gerçi grubun her albümünün dinlemeye değer olduğunu savunan ve müzik marketlere koşan bir hayran kitlesi mevcuttur, yani alan memnun satan memnun sözünün bir versiyonu uygulanmaktadır. Ancak Internet’in uçsuz bucaksız düzlüklerinde görülebileceği gibi “Kid A” ve “Amnesiac” tartışması sürmüş de sürmüştür. Kısacası durum biraz karışıktır, Thom Yorke “kendimi bulmalıyım, kendimi bulmalıyım ama neredeyim ben?” gibi garip bir tribe girmiş ve grup, Amnesiac’la birçoklarının içini baymıştır. Gerçi grubun her albümünün dinlemeye değer olduğunu savunan ve müzik marketlere koşan bir hayran kitlesi mevcuttur, yani alan memnun satan memnun sözünün bir versiyonu uygulanmaktadır. Ancak Internet’in uçsuz bucaksız düzlüklerinde görülebileceği gibi “Kid A” ve “Amnesiac” tartışması sürmüş de sürmüştür... 

***


RADIOHEAD - OK COMPUTER ve 90’lar için kısa bir ROCK tarihçesi Nilüfer Baturayoğlu Geçtiğimiz yıl piyasaya çıkan en önemli alternatif rock albümü kuşkusuz RADIOHEAD - OK COMPUTER. RADIOHEAD aslında, alternatif rock diye anılan müzik türünün 90’lı yılların başında ilk dikkat çeken gruplarından biri olma niteliğini taşıyor. 80’lerin iyimser pop kültürü best of… albümleri ile sona ererken önce, Seattle kökenli rock grupları GRUNGE adıyla anılan ve milattan 2. bin yılın sonunun getirdiği kitle bunalımını yansıtan yeni bir rock türü ile kolej müzik listelerini alt üst etmiş, daha sonra da bu akımı 90’lı yılların başında ALTERNATİF rock adı verilen ve bin yıl sonu kitle bunalımını yeni bin yılın paranoyasına dönüştüren yeni bir tür izlemişti. RADIOHEAD’in çok satan ve bu yeni müzik türüne dikkat çekerek pek çok ödül alan ilk albümü PABLO HONEY (199?), milyonlarca satılan bir albüm nasıl ALTERNATİF müzik olur tartışmalarını da beraberinde getirdi. Göreceli olarak daha yumuşak ve melodileri seçilebilir olmakla birlikte kötümserlik, bunalım ve eklediği paranoya ile gençleri 80’lerin sonunda ROCK’a geri döndüren GRUNGE’ı aratmadı. GRUNGE akımı 90’ların ortalarında STONE TEMPLE PILOTS ve BUSH gibi gruplarla devam ederken, ALTERNATİF ROCK da SMASHING PUMPKINS gibi çok satmaları nedeniyle alternatifliği tartışılan yeni temsilciler kazandı. ROCK artık çok daha sert ve TECHNO içeren kombinasyonlara yönelen SKUNK ANANSIE ve PRODIGY gibi yeni seslerle değişime uğrarken, geçtiğimiz yılın sonu ve bu yılın başı 90’ların 3 önemli ROCK grubunun yeni albümlerinin piyasaya çıkıtığı bir dönem olma niteliği kazandı. RADIOHEAD - OK COMPUTER PEARL JAM - YIELD SMASHING PUMPKINS - (Mayıs 98) Piyasaya sürülmüş olan OK COMPUTER ve YIELD’in önemli bir ortak özelliği kuşkusuz, 1-2 hit parça ile bunların arasını dolduran 8-10 başka parçadan oluşmak yerine, dengeli ve bir bütün olarak dinlenebilir bir karaktere sahip olmaları. OK COMPUTER, RADIOHEAD’in 90’larda birbirini izleyen üç albümü içerisinde teknoloji paranoyası açısından en yoğun olanı. Kapak ve CD kitapçık tasarımına da yansıyan bu durum, e mail textleri biçiminde yazılmış şarkı sözleri ile vurgulanıyor. albümün bütünlüğü içerisinde varlığını hissettiren (zaman zaman ülkemizde yayın yapan BİLKENT RADYO ALTERNATİF (ANKARA 106.70) gibi alternatif radyo istasyonlarında da duyabileceğiniz) KARMA POLICE ile PARANOID ANDROID gibi parçalar yeni, karanlık, paranoyak ve BLADE RUNNER (Ridley Scott, 198?) vari bir bilim kurgu gelecekten haberler vererek, insanlık için ürkütücü 3. bir bin yılın başlangıcını müjdeliyor.

(kaynak:http://www.turkeyradiohead.netfirms.com)